Remziye Hanım bültenimize hanım hoşgeldiniz.
Abdullah Gül Üniversitesi’ndeki pozisyonunuzdan ve kurumumuza nasıl geçiş yaptığınızdan bahsedebilir misiniz?
İş hayatımda 31. yılım. Bunun 26, 27 senesi personel daire başkanlığında geçti. Abdullah Gül Üniversitesi benim beşinci iş kurumum. Çok severek yaptığım keyif aldığım bir işe sahibim, yaparken her ne kadar yorucu, stresli olsa da. Bu yola ilk başladığımız zamanlarda fiziki olarak şimdiki binamızda değildik, öncelikle fiziksel koşulların düzeltilmesi yoluna girdik. Dört çalışma arkadaşımla omuz omuza personel daire başkanlığının var olan temellerini güçlendirdik. Bu departmana kurumsallık katma adına çalışmalar yaptık.
Bugünse kendi alanlarında uzmanlaşmayı hedefleyen, özveriyle çalışan on bir arkadaşımla beraber çalışmalarımıza devam ediyoruz.
İşlerimiz yoğun ve stresli. İşleyişin her ne kadar aynı olduğu düşünülse de her personel farklı bir kanundur dolayısıyla herkes için yapılan işlemler birbirinden farklıdır. Sürekli bilgilerinizi güncel tutmanız, araştırma yapmanız, değişiklikleri takip etmeniz ve yeniliklere adapte olmanız gerekir.
İş böyle olunca ekip arkadaşlarımın üzerindeki tedirginlikler artırabiliyor. Her şeye rağmen aldığımız geri dönüşler bizi motive ediyor ve yaşadığımız strese değiyor.
AGÜ sizin için ne anlama geliyor nasıl bir iş deneyimi yaşadınız? Personel Daire Başkanı olarak bu süreç sizin için nasıl geçti?
Öncesinde çalıştığım kurumlarla karşılaştırmak ne kadar doğru olur bilemiyorum tabi. İsimlerini zikretmeden şunu söyleyebilirim. Bir kurumda unvanlar arasında iletişimde nezaket, yapılan işe saygı, keyifli çalışanlar. Bunları bir bütün olarak düşündüğünüzde de saygın bir kurum fotoğrafı vardı. Bir diğer kurumdaysa; bunun tam tersi bir anlayış ve bunun getirisi olarak da kurum aidiyetinin olmadığı, işimi daha iyi nasıl yaparım yada kendimi nasıl geliştiririm gibi bir düşüncesi olmayan çalışanların olduğu bir kurum.
AGÜ’de akademik, idari personeli, işçisi öğrencisiyle kocaman bir aile olduğumuzu düşünüyorum. Her biri diğerinin oluş sebebi dolayısıyla biri olmadan diğerinin varlığından söz edilemez. Bazen akademik ve idari personeller arasında ciddi uçurumların olduğunu düşünsem de birbirimizi kariyer yada pozisyonlarımızla değil yaptığımız işlerle, aldığımız sorumluluklarla değerlendirmemiz gerektiğini, iletişimimizde nezaketli davranışlar sergilememiz gerektiğini, verilen her emeğin çok kıymetli olduğunu bilmemiz ve bunu davranışlarımıza yansıtmamız gerektiğini düşünüyorum. Bence AGÜ hem personeline hem de öğrencilerine kendilerini geliştirebilmesi ve yetki alma konusunda sonsuz fırsatlar sunuyor. Tercih edilmesinin bir sebebi de bu olsa gerek.
Kendinizden bahsedebilir misiniz? Nelerden hoşlanırsınız? Sivil hayatınızdaki kimliklerinizden keyif aldığınız anlardan bizlere bahsedebilir misiniz?
Ne şahane bir soru. 1970 İzmir doğumluyum. Evli ve bir erkek çocuk annesiyim. Eşimin annesinin de içinde olduğu dört kişilik bir aileyiz. Aile büyüğüyle aynı evi paylaşmak çok farklı bir deneyim. Bu durum benim için şunu ifade ediyor o yaşlarda neler hissedeceğimi neleri yapabilip neleri yapamayacağımı bütün her şeyiyle bana bir yaşın nasıl geçeceğini gösteriyor ve bu sayede bugünümü daha iyi yaşamaya çalışıyorum. Düşünsenize evinizde bir büyük, genç bir erkek çocuk. Her dönemi aynı anda yaşama fırsatı. Bazen kaos, bazense komedi.
Belki iş yoğunluğum, belki de Kayseri’de çok fazla yakınımın olmayışından çok sosyal bir hayatım olduğu söylenemez. Koroya gidiyorum tabi bu sizi yanıltmasın sesim güzel değilse de ortam müthiş, arkadaş ortamları, bunun dışında tiyatro ve bazen de sinema. AGÜ korosu vardı, pandemi sürecine kadar devam eden. Konserler verdiğimiz haftalık çalışmalarımızın olduğu. Çevremin genişlemesinde, sanatın içinde olmanın nasıl hissettirdiğini öğrenmem de bana katkısı oldu. Çok keyifliydi.
Koro, eşimle yaptığım yürüyüşler, çoçuğumla geçirdiğim zaman, ailecek keyifle yaptığımız yemekleri aynı keyifle yemek, evin bütün bireyleriyle birlikte yaptığımız temizlikler. Bu anlardan keyif alıyorum. Kısacası mutluyum.
Kayseri size ne kattı?
Kolay ve bir o kadar da zor bir soru. Kayseri zor bir şehir, kendi tabirleriyle dışarlıklı olanları içine çabuk almıyor, İzmirliyim ve İzmir de evinizin büyüklüğü, giysileriniz, giysilerinizin markası insanları etkilemez. Ege insanının önceliği yemek, içmek, gezmektir ve bunları yaparken arzu ettiği insanlarla bunu yaparsınız. Oysaki Kayseri böyle değil. İlk etapta oturduğunuz semt, hatta eviniz, arabanızın markası, işiniz ve kariyeriniz çok önemseniyor taki özünüzü anlayana sizi tanıyana kadar. Bu süreçte hiç kolay olmayabiliyor. İşte bu iki farklı kültür pek de kolay değildi. Ama şunu samimiyetle söyleyebilirim ki; hayata nasıl bakıyorsanız hayat size onu veriyor.
Kayseri’de yaşadığım en büyük avantaj oğlumu küçük şehirde büyütmek, sosyal çevresindeki değişimleri daha kolay fark etmek oldu. Takdir edersiniz ki Ülkemde kadın olmak çok zor ve erkek çocuğu yetiştirmek büyük bir sorumluluk getiriyor. Çünkü erkek çocuklarımızı yetiştirirken onların daha özel ve önemli olduğunu değil iki cinsiyetten biri olduğunu öğreterek büyütmeliyiz. Böyle olursa ancak anne baba olarak sorumluluklarımızı yerine getirmiş, dünyaya borcumuzu ödemiş oluruz. Bunu da yaparken en büyük etken de çevre oluyor. Biz Kayseri’de yaşayarak bunu başarabildik diye düşünüyorum.
Artık eşimiz, dostumuz, çalışma arkadaşlarımızla kocaman bir aileyiz Kayseri’de.