AGUNews

Ocak 2024, Sayı 82

Dr. Öğretim Üyesi Talha Erdem ile “Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü” ve akademi hakkında röportajımız

Ahmet Kayapınar Ocak 2024, Sayı 82 8608
Dr. Öğretim Üyesi Talha Erdem ile “Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü” ve akademi hakkında röportajımız

Kendinizi biraz tanıtabilir misiniz acaba, kimdir Talha Erdem?

Ben, 2016 yılında doktoramı Bilkent Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği'nden aldım. Lisans ve yüksek lisansımı da aynı bölümden bitirdim. Sonrasında iki yıl İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde çalıştım. Ardından 2019 yılının bahar döneminde AGÜ'de öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım. Sonrasında 2020'ler civarında da bölüm başkan yardımcılığı, sonra bölüm başkanlığı yapmaya başladım.

Doktoramı Hilmi Volkan Demir danışmanlığında yaptım, Bilkent Üniversitesi'nde. Temel alanım; nanoteknolojinin, elektroniğin, fotoniğin ve ışığın kesiştiği bir alan oldu. Doktora sonrası çalışmalarımda ise malzeme mühendisliğine yakın ama onun elektronik ve optik uygulamalarına dayalı çalışmalar yürüttüm. Şimdiki grubumda da benzer çalışmaları yürütüyoruz.

Başarınız için yürekten tebrik ederiz. Bu ödülün sizin için anlamı nedir?

Bu ödül, bugüne kadar genç bilim insanlarının yaptığı genel bilime olan katkılarına binaen verilen bir ödül. Burada dikkat edilen kriter, doktora sonrasında kişi kendi yönettiği grubu ile bir araştırma yönetebilir mi? Aslında, bu yönettiği araştırmaların da kalitesine bakılarak sunulan bir ödül bu. Bu ödülü almak şu açıdan güzel bir duygu. Siz kendiniz bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, makaleler basıyorsunuz, konferanslara gidiyorsunuz, oralarda sunumlar yapıyorsunuz. Bilimi belli bir noktaya taşımaya çalışıyorsunuz, öğrenciler yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Ama dışarıdan bir gözün bakıp bu faaliyetleri takdir etmesi hakikaten yaptığımız işin anlamlı olduğu hissini veriyor. Bizi değerli hissettiriyor ve daha çok çalışmaya motive ediyor açıkçası. Bu anlamda bu ödülü çok değerli buluyorum. Bu gibi programların da devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Peki çalışmalarınızdan biraz bahsetmiştiniz aslında kendinizi tanıtma bölümünde. Nanoteknoloji ve fotonik alanda çalıştığını söylediniz. Hatta malzeme bilimine biraz evrildiğini söylediniz. Peki çalışmalarınızı özellikle nanoteknoloji ve fotonik kavramlarını da özetleyerek çalışmalarınızı bize anlatabilmeniz mümkün mü?

Araştırma konularıma tam manasıyla interdisipliner diyebilirim. Yani işin içerisinde ciddi manada fizik var, optik var, kimya var, malzeme mühendisliği var. Bu branşların birleştiği bir alanda çalışıyorum. İlgilendiğimiz şeyler, temelde, nanometre boyutunda parçacıkların sentezlenmesi. Bu parçacıkların dışını özellikle son dönemde DNA molekülleriyle kaplıyoruz, istediğimiz parçacığı, istediğimiz parçacığa kontrollü şekilde tutturarak ürettiğimiz malzemenin özelliklerini kontrol etmek istiyoruz. Nanoteknolojinin ve nano boyuttaki malzemelerin güzelliği; normalde büyük boyutlarda elde edemeyeceğiniz özellikleri, malzeme boyutunu küçülttükçe, kuantum etkileri devreye girdiği için, ortaya çıkan yeni etkileri gözlemleyebilmek. Normalde doğada gözle göremediğiniz etkileri nanometre boyutlarına indiğiniz zaman gözlemleyebiliyorsunuz. Ancak bu malzemelerden kontrollü sistemler oluşturulması kolay değil. Bunun için nanoparçacıkların istenildiği şekilde, istenildiği noktalara yerleştirilmesi gerekiyor. Bizim grubumuzun aslında esas çalışma alanı da bu. Nanoparçacıklara biyomoleküller takarak onları istediğimiz noktalara yerleştirmek ve bu sayede optik özelliklerini kontrol edebileceğimiz malzemeler, yapılar, mimariler geliştirmek.

Mesela bir mühendis olmak isteyebilirdiniz ki elektrik elektronik mühendisliği de revaçta olan bir meslek. Bu alanda mühendis olmak isteyenler çok fazla oluyor ve akademisyenlik sanki biraz daha gözden düşmüş gibi, peki siz niye akademisyen olmak istediniz? Sizi bu konuya cezbeden, özellikle araştırmaya cezbeden şey ne oldu?

Bahsettiğiniz yorumun üzerine devam edeyim. Akademisyenlik maalesef biraz eski cazibesini kaybetmiş gibi görünüyor. Neden kaybetmiş gibi görünüyor? Ekonomik şartlardan dolayı. Yani bir mühendisin kazancına ya da ona yakın bir kazanç elde edebilecek olursa akademisyen, insanlar için daha çekici olacaktır tabii ki. Ben doktora yaparken bu kadar ciddi bir fark yoktu. Tamam, fark vardı ama bu kadar ciddi bir fark yoktu. Bu birinci nokta.

Ama ikinci nokta, kendi kişisel açıma göre ben araştırma yapmayı, yeni şeyler üretmeyi çok seviyordum. Benim bu alanlara olan ilgim lise yıllarından başladı. Lise yıllarında fizik derslerinde optik girişim deneyleri, fotoelektrik deneyleri vs., bunları bizim fizik öğretmenimiz gösterdiğinde, ışığın özelliklerine hayran kalmıştım, büyülenmiştim. Işıkla alakalı bir şeyler yapmaya karar vermiştim. Elektronik mühendisliği mi olur, fizik mi olur başka bir şey mi olur bilmiyorum ama benim yapacağım işin içinde ışık olacak demiştim.

Aynı zamanda, lise döneminde özellikle kimyayı çok severdim. Sonrasında da üniversite yıllarına geldiğimde Bilkent Üniversitesi'nde Ekmen Özbay Hoca ve Hilmi Volkan Demir Hocalardan birinci sınıfta ders aldım. Bu hocalar halihazırda Türkiye'de nanoteknoloji alanında öncü hocalardır. İkisi de elektronik bölümünün hocalarıydı. O hocalardan da ders aldıkça sevdiğim alana iyice yaklaşmış hissettim kendimi ve üçüncü sınıftan itibaren Hilmi Volkan Demir Hoca ile çalışmaya ve ciddi araştırmalara başladım. Dördüncü sınıftayken ilk akademik makalemi bastım. Lisans öğrencisiyken.

Az önce bahsettiğim alanlara ciddi manada merakım vardı ve uykusuz kalarak, saatlerce çalışarak bir şeyler öğrenmek, yeni bilgiler üretmeye çalışmak içten içe beni mutlu eden bir şey. Yoruluyordum, çok yoruluyordum ama yorulmaktan keyif alıyordum bu alanlarda. Çünkü kendi merak ettiğim, ilgi duyduğum alanlardı bunlar. Bir şeyler yaptıkça, sonuçlar çıktıkça onlar makalelere dönüşüyor; burslar, ödüller vesaire geldikçe insan iyice motive oluyor. Yani diyorsun ki, “Evet, ben hakikaten değerli bir şey yapıyorum galiba.”

İşte bu şekilde akademik kariyer içerisinde buldum kendimi diyeceğim ama bir yandan da lise yıllarında zaten olan bir ilgimin getirdiği bir nokta oldu benim için. Yani mezuniyetimden sonra kendimi bir mühendis olarak hayal edemiyorum ben. Bir kere, çok sıkılırdım herhalde. Çünkü çok belli bir iş tanımı var, yani senin kendi merakının peşinden koşma şansın yok. Belli zaman dilimlerine sıkıştırılmış bir hayat ve sadece üstündeki ekip liderin ne istiyorsa onu yapma zorunluluğun var.

Akademiye alternatif olarak, belki girişimcilik düşünülebilir ama bilimsel merakla girişimcilik de başka şeyler. Birincisi, girişimcilik çok daha riskli bir alan. İkincisi, girişimcilikte de çalışma alanını daraltmak durumundasın, ister istemez bir alanda çok iyi olmak zorundasın. Ancak, akademi çok geniş alanlarda insanın kendini geliştirmesine imkân veren bir kurum. Bir de zamanla insan fark ediyor ki, akademinin içerisinde insanın düşünce yapısı epey değişiyormuş. Ben bunu çok sonra fark ettim. Yani bir şeyi araştırmak, bir şeyi öğrenmek, doğal olarak hayatının bir parçası haline geliyor. Yani bir şeyi merak ediyorsan, onu araştırmayı zaten biliyorsan, onu araştırmamak hiç aklına gelmiyor mesela. Bir de bu merak konusu, bambaşka konularda da olabilir. Psikoloji de işin içinde olabilir, biyoloji de olabilir, astronomi de olabilir. Sadece çalıştığın alan için geçerli değil. Yani akademisyenlik aslında insanın zihnini dönüştüren bir şeymiş. Onu ben sonradan fark ettim. Araştırma hayatın bir parçası haline geliyormuş aslında ve bu da çok zevkli bir şey. Çünkü insan öğrenmekten zevk almaya başladığı zaman, artık bütün dünya önünde, yani sınırın yok. Bu çok hoş bir duygu.

Akademisyenlikte sizin düşünce yapınızın değiştiğini söz ettiniz açıkçası. Bunu biraz açabilir misiniz?

Değiştiğinden ziyade akademide olmayan insanların daha farklı düşündüğünü gördüm. O daha doğru bir ifade olur. Yani akademi belki burada çok sınırlayıcı bir ifade olur ama akademisyen, iyi bir akademisyen meraklı olmak zorunda. Merak çok anahtar bir kelime burada. İnsanlar bu kadar meraklı değilmiş bizim kadar.

Günlük hayatımda başka insanlarla tanıştıkça, ders verdikçe, öğrencilerde bunu görüyorum. Mesela yeni bir şey söylüyorum. Hakikaten akademisyen tıynetinde olan öğrenciler, o yeni söylediğim şeyin peşinde koşuyorlar. Önemli bir fark bu. Diğer bir nokta da iyi gözlem yapabilme ve gözlem sonrasında sonuç çıkarabilme. Bu da aslında herkeste olmayan bir özellikmiş, bunu da zamanla öğrendim. İşin içerisindeyken, doktora sürecinde muhtemelen biz, hamur gibi yoğuruluyoruz ve gözlem yapmak hayatımızın bir parçası haline geliyor. O gözlemleri çok iyi yaparak kararlar veriyoruz. Belli sonuçlara ulaşmaya çalışıyoruz. Herkes, her şeyi akademi içerisinde yoğrulmuş insanlar kadar rahat gözlemleyemiyormuş. Bunu da fark ettim ben. Bunlar tabii kişisel çıkarımlarım ama benim genel gözlemim bu yönde. Sadece akademik değil, hayatın kendisi için bir gözlemim bu. Özellikle yavaş yavaş değişen şeyleri görmek konusunda akademisyenlerin eğitimlerinden dolayı oldukça mahirleştiğini düşünüyorum.

Akademisyenliği düşünen gençler için tavsiyeniz ne olur?

Çok merak etsinler, çok okusunlar. Onun dışında kendilerini belli bir alanla sınırlamaya çalışmasınlar. Bir elektronik mühendisi, “Sadece elektronik mühendisliğinin konuları benim ilgimi çekiyor” deyip diğer alanlardan kendisini soyutlamasın. Çünkü neyin, ne zaman, nasıl işe yarayacağını asla bilemezsin ve bir şekilde öğrenmekten zevk almayı öğrenmeleri gerekiyor. Sadece alanında çalışmak, mutlaka zevk vermeli ama ekstra bir şeyler öğrenmek gerçekten farklı bir deneyim olacaktır. Bu tarih de olabilir, biyoloji de olabilir, bambaşka bir konu da olabilir.

Bir örnek vereyim, ben Cambridge'de post-doc yaparken çok ünlü bir hesaplamalı fizikçi Daan Frankel ile tanıştım.

Birkaç defa evlerine davet ettiler bizi grup olarak. Evlerine gittiğimde, devasa bir kütüphane gördüm. Kütüphane bölümlere ayrılmış. Kendisi hesaplamalı fizikçi ama Çin tarihine çok ilgi duymuş ve Çin tarihiyle alakalı 5-6 tane kitap okumuş.

Bambaşka konular ve kişiler hakkında da bir sürü kitap vardı orada. Kendi alanının dışında, o kadar farklı ilgi alanlarında da kendini geliştirmiş ki. İşte o kişilerle konuştuğun zaman, bir şeyler öğreniyorsun. O kişilerle konuşmak bile çok büyük keyif veriyor insana. Yani bu insanları rol model olarak almak gerektiğini düşünüyorum. Yani iyi bir akademisyen at gözlüğüyle sadece belli bir alanda iyi olmakla olmuyormuş.

Akademiyi ben çalışmak değil bir hayat tarzı olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Bir düşünce tarzı, hayat tarzı. Sen öğrenmekten zevk alıyorsun. Öğretmekten zevk alıyorsun ve birileri de sana bunun için para veriyor. Müthiş bir şey değil mi?

Peki son olarak sadece akademisyenlik düşünen gençler için değil de mühendislik yapacak olanlara ve tüm AGÜ’lü öğrencilere ne tavsiye edersiniz?

Öncelikle son dönemde bir sorun olarak hissettiğim için söyleyeyim bunu. İngilizce çok önemli. Gerçekten İngilizceyi çok iyi bir seviyeye taşımaları lazım. Yani sadece derslerden geçecek kadar İngilizce yetmez. Gelecekte, mezun olduğunuzda dünya sahnesine çıkacaksınız. Yeni bir bilgiyi hızlı bir şekilde öğrenebilmeniz, öğrendiğiniz bilgiyi ya da tasarladığınız şeyi sunabiliyor, anlatabiliyor olmanız lazım. Ve kem küm ederek değil, akıcı bir şekilde anlatabilmeniz lazım. Bu anlamda biz, iyi bir hazırlık eğitimi vermeye çalışıyoruz ama kendinizi onunla sınırlamamalısınız öğrenciler olarak.

Bir de öğrenmeyi öğrenmek önemli bir şey. Sadece size sunulan değil, sunulmayan şeyleri de bulup, araştırıp öğrenebilmek çok önemli. Neden çok önemli? En güncel bilgilerle sizi mezun ettik diyelim. Eğer kişi kendi kendine öğrenemiyorsa beş sene sonra ne olacak? Özellikle bilgisayar mühendisliği, elektronik mühendisliği ve hatta moleküler biyoloji gibi alanlarda temel bilgileriniz değişmeyecektir. Ancak “cutting-edge” dediğimiz en uç noktadaki ve fark yaratan bilgiler belirleyici olacaktır.

Bu bağlamda da meraklı olmak kritik bir öneme sahip ama devasa kaynakların içerisinde doğru bilgiyi çekip çıkarabilmek de çok önemli. Bunların çok kritik şeyler olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi sadece akademisyenlik için değil, bütün AGÜ’lüler için bu yetenekleri mutlaka geliştirmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Çok teşekkür ederim katıldığınız için.

Rica ederim.