II. Dünya Savaşı sonrası ABD öncülüğünde kurulan ve Soğuk Savaş sonrası pekişen, tek kutuplu liberal dünya düzenine yönelik meydan okumalar artık daha açıktan ve doğrudan yapılmaya başlandı. Uzmanlar tek kutuplu dünyanın yerini yavaş yavaş çok kutuplu bir sistemin aldığını ifade ediyor. Bence bu yeni sistemden en çok fayda sağlayanlar gelişmekte olan bölgesel güçler olacak.
Öncelikle, Soğuk Savaş sırasında iki kutup yörüngesinde gelişen bir siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel düzenden bahsetmek mümkün. SSCB ve ABD'nin kendi müttefikleri üzerinden jeopolitik politikalar üreterek ideolojik temelli siyasi mücadele yürüttüğü bu sistem SSCB'nin yıkılışıyla birlikte yerini ABD hegemonyasında tek kutuplu bir dünyaya bıraktı. Ancak, ABD'nin yaklaşık otuz yıldır kesin olarak sürdürdüğü hegemonyasının Rusya’nın askeri, Çin’in ise ekonomik hareketlilikleri ile artık çatırdamaya başladığı ileri sürülüyor.
Çin Halk Cumhuriyeti'nin çok konuşulan kuşak-yol projesi tek merkezli sisteme ekonomik bir başkaldırının en somut habercisi. Çin, kuşak-yol ile doğrudan Asya, dolaylı olarak Avrupa ve verdiği kalkınma borçları ile Afrika genelinde alternatif bir ekonomik eksen oluşturmayı hedeflemekte. Çin, tek kutuplu sistemi değiştirmek için ekonomik gücünü kullanmakta, askeri güç kullanmaktan ise kaçınmakta. Belki de en azından şimdilik çekinmekte. Bunun, Realist yaklaşımın yanında Konfüçyüs’ün yeterince güçlenmeden düşmanına yumruk atma felsefesiyle bağdaştırılabileceğini düşünüyorum.
ABD ve Çin'in daha ön planda olduğu ekonomik çatışmalar üzerinden yürüyen bu mücadelesinde, kendisini eski merkez SSCB'nin mirasçısı olarak gören Rusya, gelecekteki konumunun belirsizliğinden rahatsız. Bu sebeple, sistemdeki eski yerini almanın yollarını aramakta ve bu yolların eski Sovyet topraklarından geçtiğini düşünmekte. Ekonomik olarak nazaran güçsüz durumdaki Rusya, oyuna askeri sert güç kullanarak dâhil olmayı kendisine zorunlu görmüş olabilir. Bunu gibi SSCB'nin donmuş anlaşmazlıklar mirasını kullanarak yapıyor. Yeni küresel mücadeleye proaktif bir askeri vizyon ile katılmak isteyen Rusya, mevcut durumda Ukrayna'yı işgal ederek gelecekteki konumunu belirginleştirmeye ve kendisine eski Sovyet coğrafyasını merkeze alarak bir eksen oluşturmaya çalışıyor olabilir.
Öte taraftan hegemonyasının yavaş yavaş yıkıldığı düşünülen ABD, hegemonyası boyunca bölgesel güçlere uyguladığı dengeleme stratejileri ile kendisine potansiyel bir rakip güç oluşmasına izin vermedi. Şu anda da hegemonyasını kaybediyor olabilmenin endişesi içerisinde rakipleri Çin ve Rusya'yı dengelemekte kararlı gözüküyor. Öyle ki, ABD’nin Ukrayna savaşını Rusya için ikinci bir “Afganistan” yapmak istediği dahi konuşulmakta.
Yukarıda belirttiğim gibi bu mücadeleden en karlı çıkacaklar bölgesel güçler olabilir. ABD hegemonyası döneminde bölgesel güçler ABD'nin güç dengeleme stratejileri sebebiyle bir türlü güçlerini konsolide edemediler. Ancak yeni oyunda, ABD’yi dengeleyebilecek güçlerin ortaya çıkmasıyla, bölgesel güçler, hegemonyanın dayatmasından kurtularak yeni ortaklıklar ve iş birlikleri imkânlarına, en azından bir seçim yapma şansına ulaşabilirler. Bir ringde tek boksör varken, ringin bir önemi yoktur. Üzerinde ancak dövüşçüler olursa ring önemli hale gelir. Bu önerme doğruysa, ileride jeopolitik merkezlerin ve bölgesel güçlerin öneminin daha da artacağı görülebilir. Böylece daha büyük güçlerden yatırımlar ve askeri destekler alacaklardır. Örneğin Çin'in İran ile yaptığı anlaşmayla İran'a, buradan elde edeceği enerji kaynakları karşılığında 400 milyar dolarlık yatırım yapmayı taahhüt etmesi; Pakistan’ın Çin ile yakın işbirlikleri kurması veya son günlerde gündeme gelen Doğu Akdeniz ve Orta Doğu enerji rezervlerinin Avrupa’ya alternatif enerji olarak ulaştırılması fikirleri bu varsayımı doğruluyor olabilir. Bu durumda Türkiye’nin de örneğin Rusya-Ukrayna Savaşı üzerindeki uzlaştırmacı yaklaşımı gibi siyasi hamleleriyle bir bölgesel güçten ziyade netwörkü üzerine çekmesi ile yönlendirici bir “güç odağına” dönüşmesi mümkün gözükmekte.