Tüm dünyanın başta cinsiyet eşitliği ve kadın işçilerin haklarını korumak ve konuşmak için kutlamaya başladığı, mart ayının ev sahipliğini yaptığı önemli günlerden biri olan Kadınlar Günü’nü neden kutladığımızla başlamak istiyorum yazıma.
Uluslararası Kadınlar Günü’nün neden kutlanmaya başlandığıyla ilgili birden fazla çıkış noktası var. Bunlardan biri ve muhtemelen en bilineni 8 Mart 1957’de New York’ta bir tekstil fabrikasında grev yapan işçilere polislerin müdahale etmesi ardından işçilerin bir fabrikaya kilitlenmesi ve arkasından fabrikada çıkan yangında 120 kadın işçinin hayatını kaybetmesini yine 8 martta anıyor oluşumuz. Ancak 1957 senesine gelene kadar gerçekleşen 1908 yılında yine ABD’de sosyalist kadın işçilerin öncülüğünde kadınlara iş hayatında özgürlükçü ve eşitlikçi yaklaşımlar sunulması gerektiğini savunan miting ve Moskova’da başlayan 1917 Şubat Devrimi sonrası 8 Mart gününde gerçekleştirilen kadın yürüyüşleri gibi olaylar kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda eşit haklara sahip olması gerektiğini savunduğumuz ve bunun dünya genelinde kabulünü kutladığımız bu günün temelini atan hadiselerden yalnızca bir kaçı.
Türkiye’de ise 8 Mart’ın Kadınlar Günü olarak kutlanması ise bu günün dünya genelinde kabul görmesinden yaklaşık 20 sene sonra gerçekleşiyor. Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, iki kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova'nın girişimi ile gerçekleştirildi. Bu tarihten sonra yıllar boyunca 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmedi. 1975 yılında "Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı" ilan edildi. Türkiye de bu kapsamda yer aldığı için 1975 yılında Türkiye'de "Kadın Yılı Kongresi" yapıldı. İşçi sınıfı ile kadınları bir araya getirerek haklarını aramaya teşvik eden İlerici Kadınlar Derneği’nin faaliyetlerinin etkisiyle 8 Mart 1975’te Türkiye’de ilk kez Kadınlar Günü kutlandı.
Günümüzde cinsiyet eşitliği ve kadın hakları gibi kavramların gereken değeri ve anlayışı görememesinden kaynaklı problemler yaşıyoruz ne yazık ki. Geçtiğimiz 2021 senesinde kayda geçen en az 367 kadın cinayeti vakası var mesela. Ya da iş hayatında kadın-erkek eşitsizliği, maaş ve işe katılım anlamında da kendini gösteriyor. Toplumsal cinsiyete göre işsizlik verilerinde kadınların işsizlik oranı erkeklerinkine göre oldukça fazla. Benzer tabloları sosyokültürel ve eğitim alanlarında da görebiliyoruz. Kadınların toplumsal hayata her anlamda daha fazla dahil olabilmesi için çalışmalar yapılıyor olsa da hem Türkiye’de hem de dünya genelinde gözle görülür bu eşitsizliği minimuma indirmek ve hatta ortadan kaldırmak bizim elimizde. Gerek her gün kullandığımız dildeki cinsiyetçi ögeleri yok ederek gerekse durumla ilgili kampanyalarla birbirimizi bilinçlendirerek kadının toplumda hak ettiği yeri görmesini sağlamalıyız. Nitekim bir toplumun özgürlüğünden bahsetmek ancak o toplumun bütün üyelerinin eşit hak ve fırsatlara sahip olmasıyla mümkündür. Ayrıca cinsiyet eşitliği, kadınların günümüzde toplumun yarısına yakınını oluşturduğunu düşündüğümüzde; siyasi, kültürel, ekonomik, eğitim gibi tüm alanlara toplumu oluşturan tüm bireylerin ortak emek ve katılımıyla yoksulluğu azaltmanın, sürdürülebilir bir kalkınmanın ve başarılı bir yönetim oluşturmanın temeli olacaktır.
“Kadınlar bütün baskı ve zulüm zincirlerinden kurtulmadıkça özgürlükten bahsedilemez.”
Nelson Mandela