AGUNews

Kasım 2025, Sayı 98

“Kadınların Filler ile Ne Alakası Var?” Tiyatro Oyunu Kayseri Seyircisi ile Buluştu

Ahmet Kayapınar Kasım 2025, Sayı 98 46
“Kadınların Filler ile Ne Alakası Var?” Tiyatro Oyunu Kayseri Seyircisi ile Buluştu

Geçtiğimiz ay Ankara Devlet Tiyatrosu’nun iki oyunu Kayseri seyircisi ile buluştu. Bunlardan biri de Türk Tiyatrosu’nun yeni örneklerinden biri olan “Kadınlar, Filler ve Saireler” idi. Oyun tek perde olarak oynandı.

Kadınlar ve filler. Hatta insanlar ve filler. Birbiri ile neredeyse alakası olmayan iki cins. Öyle düşünsek de aslında bazı ortak yönlerimizin de olduğunu anlatan bir oyundu bu. Oyundaki belgeselde de anlatıldığı üzere filler inanılmaz bir hafızaya sahip. Yalnız şöyle bir soru geliyor aklıma, hafıza bir nimet mi, lanet mi? Şöyle ki; insanoğlu da filler de yaşadığı deneyimlerden hareketle çıkarımlar yapıyor, hayatını buna göre şekillendiriyor. Buraya kadar olumlu görünebilir. Ancak deneyimlerin nasıl olduğunun da önemi çok büyüktür. Yaşanan her iyi deneyim nasıl dünyaya daha pozitif bakmamızı sağlıyorsa; kötü deneyimler de dünyaya olan umutlu bakışımızı o ölçüde sarsıyor.

İşte bu oyunda “deneyimleri” yahut hikayeleri farklı üç kadın var. Biri “beyaz atlı prens” ini arayan bir prenses, biri on iki yıllık birlikteliği nikah arifesinde bozulmuş biri, diğeri de bir hastalık neticesinde bir yıl içinde rahmi alınacak olan, sevgililik aşamasına dahi geçemeyen, dünyasına duyarlı bir kadın. Onlara ek olarak bu gösterimde bir de anlatıcı eklenmiş, karalar içinde, dili sivri, alabildiğine gerçekçi.

Bu kadınlar aynı apartmanın sakinleri olarak karşımıza çıkıyor. Birbirlerinden başta pek hazzetmeyen bu kadınlar, zaman içinde ortak duyguları paylaştıklarını fark ettikçe birbirlerine daha da yakınlaşıyor. Hatta aynı rüyanın içinde bile yer alıyor, benzer hayaller kuruyorlar. Çünkü anlatıcının oyunda dediği gibi “Hikayeler farklı gibi görünse de aslında hepsi aynı hikâye.

Kadınların toplumumuzda yüzleştiği sorunlara çok güzel parmak basıyor oyun. Evlenme baskısı, sanal ve gerçek ilişkilerdeki samimiyetsizlik ve sadakatsizlik, çocuk sahibi olamama endişesi, kadına şiddet vakaları bu oyunda geçen birtakım sorunlardı. Normalde bu sorunlar olabildiğince duyarlı ve ciddi bir bakış açısı ile ele alınabilecekken, bu oyun kara komedi ile çokça güldüren ama güldürdükçe kara kara düşündüren bir oyundu. Sanatın bir güzelliği de budur işte, en zor görünen konuları sanki çok basitmiş gibi işler. Bu oyun bunu fazlasıyla verdi. Biz fillere dönelim.

Oyundaki belgeselde anlatıldığı üzere sirklerde bulunan yavru filler, başta zincirlerle bağlanır, fil kaçmaya teşebbüs etse de zinciri kıracak güce sahip değildir. Sonra yıllar geçip de fil büyüyünce bu sefer ayağında yalnızca ince bir ip bağlanır. Ancak fil rahatlıkla koparabileceği bu ipi koparmaya hiç teşebbüs etmez. Çünkü bağlı kaldığı yerden kurtulamayacağını öğrenmiştir. Hafızanın neden bir lanet olarak da nitelendirilebileceği işte şu kavramla açıklanabilir. “Öğrenilmiş Çaresizlik”. Bu oyunda bu kavram çok iyi işlenmiş.

Birinci kadın, sadık ve samimi bir erkek bulma ümidi taşıyor. Şimdiye dek hiç devamlı bir ilişkisi olmamış. Buluşmak için giyiniyor, süsleniyor. Gel gör ki ilk buluşmada adamın evli olduğu ortaya çıkıyor. Sonu hüsran.

İkinci kadın, on iki yıldır bir erkekle ilişki içindeydi. Sırf o sevdiği için kendisi sevmediği halde saçlarını sarıya boyadı, ofsaytı öğrendi. Gel gör ki nikah arifesinde adamın başka bir kadınla evlenme hazırlıkları olduğunu öğrendi. Sonu hüsran.

Üçüncü kadın, ömrünü dünyayı kurtarma hareketlerine, kültüre adamış biri. Bunca koşturma içinde hiç sevgili olmak nedir, flörtleşmek nedir yaşamamış biri. Geçirdiği bir hastalık neticesinde, eğer bir yıl içinde çocuğu olmazsa, bir daha hiçbir zaman bu fırsatı elde edemeyecek. O da tabi, kendine bir baba adayı arıyor. Kendisi gibi duyarlı, bilgili birini buluyor. Gel gör ki adam arananlar listesinde olduğundan yakalanıyor ve hapse atılıyor. Sonu hüsran.

Sonra anlatıcı çıkıyor sahneye ve aynı şeyi tekrar söylüyor. “Hikayeler farklı gibi görünse de aslında hepsi aynı hikâye.” Bir çember var etrafımızda. Aslında şöyle bir atlasak üstünden kurtulacağız ama nafile. Dönüp dolaşıp yine aynı yere geliyoruz. Aşamıyoruz kendimizi yani. İşte oyun bu derece bir karamsarlığı çok iyi işledi. Kadınların içinde bulunduğu “öğrenilmiş çaresizlik” durumunu komik bir şekilde aktardı. Sadece kadınlar deyip kısıtlamayalım, erkekler de kendilerince bir pay çıkarabilirler bu oyundan.

Dekorları ile, kostümleri ile de distopik atmosfer iyice ortaya çıkmış. Sırıtan herhangi bir detaya rastlamadım. Oyunculuklar ise çok iyiydi. Hele ki ikinci kadını oynayan Filiz Demiralp’i yürekten kutlarım.

Eğer hala görmediyseniz, yolunuz Ankara’ya düşerse bu oyunu görmenizi kesinlikle tavsiye ediyorum. Bir de etrafınızdaki çemberleri de bir düşünün. Sınırlarını fark etmek, kendinizi bilmek için iyi bir başlangıç olabilir.

Hepinize güzel bir gün diliyorum.