Bugün AGÜ News ailesi olarak tanıdık bir hocamız ile birlikteyiz. Sevgili editörümüz Doç. Dr. Özgür Balkılıç bizlerle birlikte. Özgür Hocam, alanınıza katkı sunmaya devam ediyorsunuz. Emeğiniz kitaplaştı. Tarih Vakfı Yurt Yayınlarından: Ekmeğimiz ve İstanbul Metal Sektöründe Sınıf Mücadeleleri 1947-1970.
Hocam öncelikle bu güzel çalışmanız ve AGÜ News röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk soruyu şöyle sormak istiyorum. Bu kitabı kaleme alırken motivasyonunuz neydi?
Bu kitabı kaleme alırken iki motivasyonum vardı. Birincisi kendi hayatımdan kaynaklı. Annem, babam çalışan sınıflara mensup insanlardı. Ben de çalışan bir insanım, emekçi sınıfların bir üyesiyim. Türkiye’de tarih yazıcılığına baktığımızda çalışan-emekçi insanların toplumsal hayat içerisindeki yerine değinen az çalışmanın olduğunu gördüm. Dolayısıyla bu insanların sesine kulak vermek istedim. İkinci motivasyonum da akademik çalışmalarımdan kaynaklı. E. P. Thompson’ın “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” kitabı… Bu kitabı okuyunca çok etkilendim. Tarihin unuttuğu İngiliz işçilerini yeniden ön plana çıkaran, hakkını veren kitabındaki yönteminden metodundan etkilendim. Bu çalışmam aslında benim Kanada’daki doktora yıllarıma ait bir tez. Aradan geçen yıllar sonrası çalışmamı tekrardan revize ederek Tarih Vakfı Yurt Yayınlarından kitaplaştı. Kendilerine de buradan teşekkür ederim.
Biz de hem size hem de Tarih Vakfı Yurt Yayınlarındaki emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Hocam kitap çok kapsamlı bir çalışmanın sonucu yaklaşık 600 sayfa. Kitabı daha önce okumayanlar için kitap tam olarak ne anlatıyor? Kitabı eline alan bir okuyucu bu kitapta nelerle karşılaşacak?
Kitap metal işçilerinin sınıf olma hikayesini anlatıyor. Sınıfın bireylerinin birbirleri ile kurduğu ilişki, sermaye sınıfı ile kurduğu ilişki ve devlet ile kurduğu ilişki ele alınıyor. Tabi ki bu kitaptaki hikaye metal sektörü merkezli olduğu için Türkiye’de 1945 sonrasına dayanıyor. İstanbul’daki özel metal sektörüne odaklanıyor. Sınıfın bireyleri olarak odaklandığımız insanlar genellikle göçmen, erkek işçiler. Bu insanların daha çok akraba odaklı mahallelerde yaşadıkları görülüyor. Sermaye sınıfının ise o dönemde daha işyerlerini basit denetim tedbirleri ile farklı sesleri istemeyen bir yapıda olduğu görülüyor. Devlet ile kurulan ilişkide ise 1960 darbesi sonrası farklılaşan bir yapının olduğunu söylemek mümkün. İşçilerin haklarını elde etmek ve korumak için giriştikleri toplumsal ve siyasal süreçler ele alınıyor. Özellikle sendikalar aracılığıyla emek rejimini yeniden düzenleme gayeleri bulunuyor. Hem toplumsal hayatta hem de işyerlerinde biz de varız, buradayız demenin mücadelesini veriyorlar aslında.
Bir anlamda İstanbul’daki metal sektöründeki işçiler ile birlikte aslında biz o zaman aralığının toplumsal, ekonomik ve siyasal düzlemini de görebiliyoruz diye düşünüyorum.
Evet böyle düşünebiliriz. Sermaye gruplarının oluşumu ve istekleri, siyasal süreçler, çok partili hayata geçiş dönemi, 1960 askeri darbesi ve sonrası… Bu noktada işçilerin bir toplumsal grup olarak modern dünyada kendilerini var edecek nasıl bir kanal açtılar ve bunların sonuçları ne oldu bunu görebiliriz.
Kitabın içeriği hakkında daha fazla konuşmayıp sürprizini kaçırmak istemiyorum ve okuyucunun alıp okumasına bırakıyorum. Peki size şunu sorsam, bu kitabın hazırlanışı ve araştırma süreçleri nasıl ilerledi? Dikkatinizi çeken, ilginç bulduğunuz nelerle karşılaştınız?
Ben bu çalışma için dönemin işçileriyle çok fazla görüşme yaptım. İstanbul’un işçi nüfusu yoğun semtlerinde, kahvehanelerde bulundum. İşçilerin hafızalarına pek de güvenemeyeceğimi gördüm (gülerek). Örneğin üç gün süren bir grevi veya kolektif eylemi doksan gün sürmüş gibi anlatabilen işçiler oldu. Bu noktada dikkatli olmak ve belgelerle süreci yönetmek gerekiyor. Bir başka dikkatimi çeken konu ise hangi politik görüşe sahip olursa olsun, Türkiye’nin neresinden gelirse gelsin, dini inanışları kuvvetli olsun olmasın görüştüğüm her işçi o dönemi çok güzel hatırlıyordu. Bir fabrikadalar, bir emek sürecindeler. Metal sektörü çalışma şartları ağır olan bir sektördür. Buna rağmen çok güzel hatırlıyorlardı. Bana kalırsa bunun nedeni kısmen de olsa kendi hikayelerini kendilerinin yazabildiği bir momenti yakalamış olmalarıydı. Maruz kaldıkları koşulları bir nebze olsun değiştirebildikleri bir dönemdi. Bu birlikteliğin hatıraları aradan yıllar geçmesine rağmen hala zihinlerindeydi.
Son olarak bir hoca, bir akademik personel olmanın ötesinde bir yazar olarak emeğinizin bir kitaba dönüşmesi, raflarda kitabınızın bulunması size ne hissettiriyor?
Çocuğummuş gibi hissettiriyor (gülerek). Dünyaya başından sonuna kadar sizin uydurduğunuz bir şey, burada uydurmayı yalan anlamında söylemiyorum, siz kurgularsınız siz yazarsınız, tabi ki belgelere ve bilimsel yöntemlere dayanarak. Ama sizin kurgunuzdur. Başı nasıl olacak? Sonu nasıl olacak? Nasıl bir perspektif sunacaksınız? Dolayısıyla kendi kurgunuzun somutlaşması, başka insanların arasında dolaşması, küçük ya da büyük ölçekte başka insanları etkilemesi onurlandırıcı ve gurur verici bir şey. Dünyada belki de o işçilerin yaptığı gibi kendi hikayenizi yazabildiğiniz bir ürün.
Ne güzel söylediniz Özgür Hocam. Ben tekrardan AGÜ News ailesi adına hem kitabınız için hem de röportajımız için size teşekkür ediyor başarılarınızın devamını diliyorum.