AGUNews

Kasım 2022, Sayı 71

Editörden

Özgür Balkılıç Kasım 2022, Sayı 71 2181
Editörden

Değerli AGÜ Ailesi,

Hepinizin bildiği üzere Ekim ve Kasım ayları ülkemizin tarihinde iki önemli günü içerisinde barındırıyor. Bunlardan ilki Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği tarih olan 29 Ekim iken diğeri ise bu kuruluşun en önemli mimarı, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını kaybettiği 10 Kasım’a denk düşmektedir. Ülkemizde yaşayan insanlar için biri sevindirici, birisi ise üzücü bu iki günün takvim üzerinde birbirine böylesine yakınlığı bizim topraklarımızın bir ironisi olsa gerek…

Ben bu ay, Mustafa Kemal’den kısaca bahsetmek istiyorum. Aslında “hatırlatma” daha uygun bir kelime olur, zira hepinizin ülkemizin kurucusunu yakından tanıdığınıza eminim. Mustafa Kemal, her şeyden önce, yaklaşık 600 yıldır devam eden bir imparatorluğun nimetlerinden faydalanan ayrıcalıklı kesimlerinden değil, imparatorluktaki modern dönüşümlerin eseri olarak gelişen bürokrasinin alt kademelerinde kendisine yer bulmuş bir memur çocuğuydu. Sonrasında ise, tıpkı babası gibi, yine aynı dönüşümlerin toplumun yoksul kesimleri için yarattığı fırsatları kullanmaya çalışmış ve yükselebilmek için askeri kariyer yolunu seçmişti. Modern bir toplumda bireylerin yükselişi için eğitimin önemini kavrayan Mustafa Kemal ülkenin lideri olduktan sonra da eğitime verdiği önemle Anadolu’nun farklı bölgelerindeki sıradan insanlar için benzeri bir kapı açmaya çalışacaktı. Kısacası ayrıcalıklı bir gruptan değil, bizatihi toplumun içinden çıkmış bir lider olarak Mustafa Kemal eğitimle toplumun farklı kesimlerinin gönenç içerisinde yaşayabileceğine inanıyordu.

Ama Mustafa Kemal için bu eğitimin olmazsa olmazı bilimselliğiydi. Bilhassa 17. yüzyıldan itibaren dünyayı dönüştürmekte gittikçe daha da etkili olan bilimsel devrimlerin öneminin çok açık bir biçimde farkında olan Mustafa Kemal, toplumun sadece ve sadece inançla açıklanabilen hurafeler değil, akılla ve bilimsel yöntemlerle açıklanabilen hakikatler üzerinde inşa edilmesi ve yönetilmesi gerektiğini düşünüyordu. İşte tam da bu anlamda insan aklına sonsuz bir güven duyuyor ve bu aklın bilimsel yöntemlerle açıkladığı gerçekliğin toplumları ilerletebileceğine inanıyordu.

Ancak bana kalırsa Mustafa Kemal’in bu akla duyduğu güvenin en önemli yanı, insanın “ortak iyiyi” bulacağı ve toplumun bu temelde bir araya gelebileceği ve kendi kendini yönetebileceğiydi ki bu, sadece Türkiye’de değil, bütün bir dünyada uzun bir süredir revaçta olan cumhuriyet fikrinin, ilahi bir güç tarafından atanmış belirli bir grubun ya da kişinin yönetimi fikrinden, örneğin monarşiden temel farkıydı. Yani, Mustafa Kemal bu ülkenin temellerine halkın kaderini kendi ellerine alabileceği fikrini yerleştirmeye çalışıyordu. Sanırım, içeriğinin ne olacağına dair birçok tartışma halen sürmekle birlikte, cumhuriyet ülkemizin 99 yıllık tarihinde sahip çıkmamız gereken en önemli fikir olarak varlığını sürdürüyor.