AGUNews

Aralık 2023, Sayı 81

Tiyatro Köşesi

Ahmet Kayapınar Aralık 2023, Sayı 81 4327
Tiyatro Köşesi

Merhabalar, ben Ahmet Kayapınar. Bu bültende Tiyatro Köşesi’nde yazılar yazmak için geldim. İlk yazı deneyimim olduğu için epey heyecanlıyım. Fakat siz değerli okuyucularımla tiyatro tarihinde güzel bir yolculuğa çıkmak beni de çok mutlu edecektir. Bu güzel fırsatı bana veren başta Özgür Hocam olmak üzere tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Önceki sayıdan hatırlayacağınız üzere, Orta Çağ’da tiyatro, teknik anlamda veya biçimsel olarak gelişmiş gibi görünse de özünde Kilise’nin çeşitli baskıları nedeniyle büyük bir gelişme yaşayamamıştır. Ancak biraz sonra inceleyeceğimiz Rönesans dönemi, tiyatronun hem biçimde hem de özde gelişmesine büyük imkân sağlamıştır. Dilerseniz Rönesans dönemi hakkında bazı ön bilgilerle başlayalım.

Rönesans’ın başlangıcı için çeşitli teoriler ortaya atıldıysa da en yaygın bilineni Bizans’ta veya Doğu Roma’da bulunan bilginlerin, İstanbul’un Fethi’nin ardından İtalya’ya doğru göçmeleridir. Bu bilginler, yanlarında getirdikleri Antik Yunan ve Roma eserlerinin tanınmasını sağlamıştır. Tabii bu eserler, matbaanın icat edilmesinin ardından daha hızlı bir biçimde yayılır. Bu sayede kültürel bir aydınlanma döneminin kıvılcımları da ortaya çıkmaya başlar. Orta Çağ’ın “karanlığından”, insanlığın yeniden doğuşunun ayak sesleridir bunlar. Zaten “Rönesans”, “yeniden doğuş” anlamına gelir.

Orta Çağ’ın değer yargılarına karşın, Rönesans temel olarak bireyi esas alır. Aslolan yaşamdır, dünyadır, dünyada yaşanan hayattır. İnsan olabilmenin yolu birey olabilmekten geçer. Örneğin, Montaigne, kendisi için, kendini tanımak için, “denemelerini” yazmıştır.

Tiyatro da tanımı gereği “insanı, insana, insanca anlatma sanatıdır. Haliyle insanı temel alan bir devirde tiyatronun da gelişmesi beklenebilecek bir olgudur. Orta Çağ’dan ziyade özüne daha fazla yaklaşmıştır çünkü. Şimdi de bu dönemde tiyatronun işlevine birlikte bakalım.

Antik Yunan’ın tiyatro manifestosu olan Aristoteles’in Poetika’sı burada öne çıkar. Rönesans’ın tiyatrosu da bu kurallara bağlı kalmalıdır. Örneğin, Aristoteles sanatın doğanın taklidi olduğunu öne sürer. Tragedya da bu taklit sanatlarından biridir ve gerekirse doğa düzeltilerek yansıtılmalıdır. Rönesans kuramcıları da bu kuralı kesin olarak kabul eder ve tragedyalarda “gerçeğe uygunluk” aranır. Çünkü böylelikle doğaya daha yakın olunabilir. Komedyada da benzer bir şekilde günlük olaylara daha yakın bir anlatım sergilenir.

Yine Poetika’da yer alan “eylem birliği” ilkesine ek olarak “zaman birliği” ve “yer birliği” ilkeleri de eklenmiştir. Yani piyesin zamanı, gerçek zamanla aynı olmalı ve oyun, tek bir yerde başlayıp bitmelidir.

Orta Çağ’da görülen “tiyatronun okuma metinleri olarak görülmesi” reddedilmiş, oyunların sadece sahnede sergilenmesi istenmiştir. Yani, tiyatro okunmak değil oynanmak içindir. Buna ek olarak, Kilise’nin belirlediği tiyatronun işlevi de değişmiş, artık tiyatronun hem eğitici hem de eğlendirici bir işlevi olduğu belirlenmiştir. Kilise döneminde “eğlenmek” diye bir olgudan bile bahsedilemezdi.

Son olarak, tragedya ve komedya yine Poetika’daki gibi ayrı ayrı türler olarak ele alınmış, traji-komedi gibi karışık türler doğaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.

Kısacası tiyatro, bu dönemde kendi özüne biraz daha yaklaşmış, biraz daha insana ve doğasına hitap eden bir hal almıştır. Bu dönem, İngiltere’de belki de dünyanın en büyük oyun yazarlarından birini ortaya çıkarmıştır. Adı: William Shakespeare.

Shakespeare, yazmış olduğu tragedya ve komedyalarında Antik Yunan ve Roma eserlerini kendine kaynak olarak almıştır. Mesela, Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nda yer alan Pyramus ve Thisbe öyküsü, Publius Ovidius Naso’nun “Dönüşümler” adlı eserinden alınmıştır. Bunun dışında Roma tarihinden kişileri ele aldığı oyunlarında Plutarkhos’un Paralel Hayatlar’ından esinlenmiştir.

Onu en büyük oyun yazarlarından biri yapan ise, oyunlarında temel olarak insanı, onun duygularını, hislerini, düşüncelerini, tutkularını, bilinçli veya bilinçsiz tüm hallerini ele almasıdır. Yani oyunlarının başrolüne insanı yerleştirmesidir.

Siz de dilerseniz Shakespeare’in başlıca eserlerini (Hamlet, Romeo ve Juliet, Othello, Macbeth, Kral Lear, Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası vs.) okuyarak onu daha yakından tanıyabilir, şiirle dolu yolculuklarına ortak olabilirsiniz.

Hepinize “insanca” günler dilerim.