Kızıl Veba – Jack London
Kızıl Veba bir olasılıklar kitabı. Veba her ne kadar etkisi büyük çaplı ve aldığı can sayısıyla dünyanın bilinen en büyük salgınlarından biri olsa da insanlığın sonunu getirmemiştir. Jack London da tam olarak bu nokta üzerinden yola çıkmış ve eğer insanlığın sonu gelmiş olsaydı ne olurdu diyerek 1910 yılında bu hikayeyi yazmış. Bu hikaye 1910’lu yıllarda 2050’leri betimlemeye çalışarak London Magazin’de 1912 yılında yayımlanmış. Kitap veba salgınının tüm insanlığı neredeyse yok edişinden bahsediyor. Hayatta kalan bir avuç insan, binlerce yıllık uygarlıkların yok olup gidişi... O günleri birebir yaşayan ve sağ kalan baş karakter Granser bir edebiyat profesörü. Yaşadıklarını anlattığı kişiler ise torunları Hu-hu, tavşandudak ve Edwin: yabani, vahşi ve eğitimsiz üç çocuk. Kan dökmekten, can yakmaktan daha o yaşlarında zevk alan ve bunu normalmiş gibi kabul eden çocuklar. Uygarlığın yıkımının en iyi örnekleri onlar aslında. Bu çocuklar, eğitimsizliğin nelere yol açabileceğini, şu an kullanılan eğitim ve ahlak olmadan, toplum hayatının içinde olmayınca ilkel çağlarımıza ne kadar çabuk dönebileceğimizin kanıtı niteliğindeler. Granser ise yaşamaktan yorgun; hayatın sillesini yerken ordan oraya savrulmuş, zamanla perişan bir hale gelmiş, yok olan uygarlıkla birlikte ruhu da kaybolmuş bir adam.
Böylesi bir kitabı hâlâ etkisini sürdüren bir salgının ortasındayken okuyunca insan daha iyi anlıyor ortaya ansızın çıkan bir salgınla başa çıkmanın ne kadar zor olduğunu. Yaşadıklarımızın bir zamanlar başka insanlar tarafından da tecrübe edildiğini, belki bizim çektiklerimizden kat be kat fazla acıya göğüs gerdiklerini, canlarından olduklarını bilmek çok tuhaf hissettirdi. Bu kitabı tam da böylesi zamanlarda okumak, insanın yaşadıklarını anlamlandırması açısından çok kıymetli çünkü tam da böyle bir zamanda okuyunca kitabın hakkı veriliyor.