AGUNews

Aralık 2021, Sayı 63

Dr. Öğr. Üyesi Oktay Kaplan'la Röportaj

Elanur Karabulut Aralık 2021, Sayı 63 1402
Dr. Öğr. Üyesi Oktay Kaplan'la Röportaj

 Hocam, isterseniz önce sizi tanıyalım kısaca.

Evet, adım Oktay Kaplan. Abdullah Gül Üniversitesi, Yaşam ve Doğa bilimleri fakültesinde öğretim üyesiyim. Doktoramı İrlanda’da aldıktan sonra ilk önce Almanya’ya geçtim. Almanya’da post-doktora, doktora sonrası çalışmalarıma devam ettim. Çalışma alanım nadir hastalıklar ve 2017’den beri Abdullah Gül Üniversitesi’nde çalışıyorum.

 

Ø  COVID-19 hakkında genel bir bilgi alabilir miyiz, hastalıkla ilgili?

Aslında Covid’in tahmin edilen çıkış zamanı 2019’un sonları 2020’nin başları fakat tabii dünyada yaygınlaştığı düşünülen vakit mart gibiydi. Tabii böyle bir virüsün bu kadar geniş yayılacağı, dünya çapında bir pandemiye sebep olacağı konusunda insanlarda ciddi manada bir beklenti yoktu. Fakat yayıldıktan sonra bunun aslında çok da basit bir durum olmadığı fark edildi. Virüs hakkındaki temel şeylerden bir tanesi aslında virüsün çok kolay bir şekilde insanları enfekte edebilmesi. Ek olarak, enfekte olan ancak hastalığın semptomlarını göstermeyen insanların enfeksiyon riskini artırması. Eğer enfekte olmuş bir birey, COVID-19’a yakalanıp hastalığın semptomlarını gösterdiğini fark ettiği andan itibaren kendini izole etse tabii ki bu hastalık bu kadar yayılmayacak. Fakat insanlar, COVID-19’a yakalanıp ciddi semptomlar göstermedikleri ve bu yüzden de kendilerini izole etmedikleri ve durumun tespitine yönelik bir test de yaptırmadıkları için virüs rahatlıkla dünyanın her yerine yayılabildi. Şimdi, bu virüs temelli bir hastalık. SARS-CoV2’yi düşünürseniz, 29 binden biraz daha fazla RNA nükleotidine sahip bir virüs türü. Coronavirüs ailesine ait ve bu virüsün benzerlerini MERS’te ve SARS’ta gördük. Bunlar da yine aynı aileye ait başka virüs türleriydi. Tahminen aşı 11 ayda tamamlandı. Aşıyla beraber biz bunu kontrol altına alacağız, öyle gözüküyor. Ama bunu hemen yarın yapamayacağız. Biraz süre alacak, benim öngörüm ve tahminim o yönde. Ama zaten şu anda başarılı olan; COVID-19’u, aşı ile kontrol altına alabilmiş ülkeler var. Muhtemelen de biz de bunu bu şekilde kontrol altına alacağız. Tabii ki bunun için dünyanın her bir yerine aşının gitmesi de şart. Bir yerde kontrol altına alınmış olması oradakileri çok güvenli kılmıyor. Başka yerde kontrol altına alınamazsa bu da ciddi bir sorun. Çünkü virüs mutasyon geçirdiği zaman, siz kendinizi korusanız bile uzun vadede yeterli izolasyonu sağlayamadığınız için sizin için sorun teşkil edecektir. Bunu başarılı bir şekilde yapan birkaç ülke var: Yeni Zelanda ve Avusturalya mesela. Bu ülkeler kendi sınırlarını ciddi bir şekilde kapattılar ancak şu an Avustralya’ya bakacak olursak; onlar da çok ciddi bir mücadele veriyorlar çünkü izole yaşayamıyorsunuz, belli bir yere kadar izole yaşayabiliyorsunuz. İlerleyen zamanlarda aşı ile beraber kullanabileceğimiz etkili takviye ilaçlar çıkacaktır illaki ama bence, şu an için en etkilisi hasta olmamaya çalışmak ve önleyici tedbir olarak aşı olmak. Benim konu hakkındaki fikirlerim böyle.

 

Ø  Peki aşı demişken, aşının yan etkileri hakkında pek çok insanın kaygısı büyük. Bağışıklık sistemini etkileyen diğer hastalıkları ile ilgili kaygılılar. Aşının koruyuculuğu ile ilgili kaygıları var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Aşı, bir nevi vücudumuzu bu virüse karşı eğitiyor. Bizim savunma sistemi hücrelerimiz var. Savunma sistemi hücrelerimiz, bir düşmanla ilk defa karşılaştığında ona karşı bir silah geliştirmek zorunda. Aşı bu silahın geliştirilme süresini kısaltıyor hatta çok hızlı hale getiriyor. Birey aşı olduktan sonra virüsle tekrar karşılaştığında aşıyla eğitilen bağışıklık sistemi hücrelerimiz, çok daha hızlı reaksiyon gösteriyorlar. Zaten aşının birincil amacı enfeksiyon riskini büyük ölçüde azaltmak ve hastalığın etkilerini minimize etmek, yatan hasta oranını biraz daha düşürmek ve hastalığa bağlı ölümleri azaltmak. Bu durumda, ne kadar çok kişi aşılanırsa biz de o kadar kolay kontrol altına alacağız hastalığı.

Yan etkilerden de biraz bahsedelim. İnsanların kaygısı tahminimce bazı teknolojilerin ilk defa kullanılmış olması. Mesela Çin aşısı dediğimiz Sinovac, zaten aşı teknolojisinde çok eskiden beri kullanılan virüsü inaktif hale getirerek hazırlanan bir aşı. Ama diğer aşı türlerine bakarsanız, mRNA temelli dediğimiz aşılar, bunlardan iki tanesi Moderna ve Biontech aşıları. Ayrıca adenovirüs temelli aşılar da var. Adenovirüs temelli aşılarda virüsün çok küçük bir kısmı  Adenovirüse aktarılıyor ve  bu şekilde aşı üretilebiliyor. mRNA aşısına bakalım. Tabi insanların kaygılarını da anlıyorum, daha önce duymadıkları bir terminoloji. Fakat uzun süredir bu işin içinde olan insanlar olarak biz mRNA’nın şundan geldiğini biliyoruz: Öncellikle DNA dediğimiz bizim yapıtaşımızı oluşturan bir materyal var. Bu materyalin protein öncesi ara maddesine mRNA diyoruz. mRNA’dan sonra da protein gelir. mRNA’nın şöyle bir özelliği de var: mRNA çok hızlı bir şekilde proteine döner ve döndükten sonra da işlevini kaybeder, yıkılır kısacası. Esas işlevi proteinler görür, o proteinler de belli bir zaman sonra yıkılırlar çünkü tekrar mRNA’ye geri dönüşümleri yoktur. mRNA’lar DNA’ya integre olmuyorlar ve aksine bunlar vücuttan hızlıca atılan maddeler olmuş oluyor. Sizin aslında vücudunuzda her gün milyonlarca mRNA yapılıyor. Aşı da onlardan biri; sadece yabancı bir mRNA konulmuş, dışarıdan verilmiş. Bunu yiyecek gibi düşünebilirsiniz belki. Nasıl yiyecekler hızlı bir şekilde enerji haline çevrilip atılıyorsa, bunlar da hızlı bir şekilde kullanılıp atılan şeyler. İnsanların kaygısının adı henüz duyulmuş bir teknolojinin kullanılıyor olmasına bağlıyorum. Ancak mRNA aşı teknolojisi yeni değil, adı yeni duyuluyor sadece. 1990’lı yılların sonlarından beri bilinen bir teknoloji fakat henüz klinik aşaması hazır değildi, yeni hazırlanmıştı. 2000’li yıllara geldiğimizde Uğur ve Özlem Türeci de Biontech’in başkan yardımcısı Katalin Karikó’nun desteği ile mRNA temelli aşıları kansere karşı kullanmak için böyle bir teknoloji geliştirmişlerdi. Yaptıkları analizlerden sonra kansere karşı kullanılabilecek ve hücreleri kansere karşı eğitebilecek bir yön vermişler teknolojiye. mRNA’yı paketleyip hücrelere vermeleri gerekiyordu sadece. Onlar da hazır olan teknolojiyi Coronavirüs aşısı olarak kullandılar. mRNA aşı teknolojisinde esas amaç virüse ait bir parçayı insana aktarmak ve vücudu yabancı işgaline karşı eğitmek. Hatta şöyle düşünün; bunlar çok temiz odalarda yapılan şeyler, normal kıyafetlerle giremeyeceğimiz çok daha temiz odalarda üretiliyor. Dışarıdan herhangi bir materyalin bile değmediği odalarda yapılan ürünler. Yan etkileri konusunu açalım biraz da. Normalde gençlerde kalp iltihabı denen bir duruma sebep olduğu söyleniyor ama bu oran çok yüksek bir oran değil. Verilen 177 milyon mRNA dozdan sonra genelde ikinci dozdan birkaç gün sonra 145 miyokardit (kalp kası iltihaplanması) vakası ve 138 perikardit (kalp zarının iltihaplanması) vakası görüldüğü rapor edildi. Hafif semptomlar sonrasında ve iyileşme hızlıca geçen oldu.

Benim gördüğüm kadarıyla bu teknoloji yeni yüzyılda çok kullanılacak bir teknoloji. İnsanların şu anda bilmemesinden ya da yanlış yönlendirilmelerinden kaynaklanan bir kaygı var.

 

Ø  Yüzdesi çok düşük bir kalp iltihabı yan etkisinden bahsettiniz. Bu yan etkilerin sizin de alanınız olan yeni bir nadir hastalık doğurma ihtimali ya da nadir hastalıkları tetikleme gibi bir durumu olabilir mi? Aynı şekilde COVID-19 da aynı şeyi yapabilir mi?

Biz, eğer bir konuda bilgimiz azsa önce araştırırız. Mesela şöyle bir şey vardı: Adeno associated virus  (AAV)  dediğimiz virüsler var ve biz bunları kullanarak nadir hastalıkları tedavi edebileceğimizi düşünüyorduk. Fakat yapılan deneyler sonrası farelerde ufak da olsa nöronal yan etkiler gözlemlendi. Yan etkilerin nedeni araştırılınca çok spesifik olarak bu AAV’ların dışarıdaki spesifik yabancı maddeleri tanımlayan Toll -like reseptörleri (TLR) tarafından tanındığı, tanındığı için de dentritlerin küçüldüğü gösterildi. COVID-19’un ve aşının yan etkileri de muhtemelen şu anda en hızlı araştırılan konulardan biri. Ama çoğu ilacın bir yan etkisi var baktığımız zamanda. İlaçları bizi daha zararlı bir durumdan korunmak için kullanıyoruz ve aşılar da bizleri daha tehlikeli durumlardan koruyacağı için kullanmaya devam edeceğiz.  Yan etkisi olan aşılar dahil ne varsa araştıralım ve daha güvenli hale getirelim. Şu konuyu belki hatırlatmamız gerekli diye düşünüyorum bir aşı gelişimi 10-15 sene sürerdi, COVID için geliştirilen aşılar 11 ayda geliştirildi ve bu aşılar ciddi bir teknoloji ürünü aslında. Şu ana kadar hiçbir aşı 11 ayda kullanılmaya başlanmadı.

 

Sorduğunuz diğer konu nadir hastalıklara gelirsek, nadir hastalıklar eskiden çok ihmal edilmiş bir alan. Dünyada şu an 10.000’e yakın nadir hastalık olduğu söyleniyor. Bu hastalıkların %80’i genetik kaynaklı ve %90’ından fazlasının Amerikan İlaç ve Gıda Birliği onayından geçmiş bir tedavi yöntemi bulunmuyor. Nadir hastalıklardan mustarip hastaların temel problemlerinden bir tanesi de ‘hastasınız, hasta olduğunuzu biliyorsunuz, doktora gidiyorsunuz ve doktor diyor ki hastalığın sebebini bulamadım’. İkinci doktora, üçüncü doktora gidiyorsunuz, doğru teşhis konulana kadar doktor dolaşıyorsunuz. Bu arada belki aracı olarak bir sürü hastaneyi ziyaret ediyorsunuz. Tabii her hastalıkta böyle olmasa da hastalığın tanısında ciddi bir sorun yaşıyor hastalar. Bir de hastalık bulunduktan sonra uygun tedavi yönteminin bulunması var. mRNA temelli dediğimiz aşıları ileriki zamanlarda bazı hastalıkların tedavisi için kullanacağız. Nadir hastalıklar dünya nüfusunun %3,5-4’ünü etkilemesine rağmen henüz yeterli ilgiyi görebilmiş değil. Aslında bu çok ciddi bir sayı ve farkındalık da biraz daha ivme kazandı. Bundan beş sene belki de on sene sonra daha iyi bir seviyede olacağımızı düşünüyorum. Teknoloji de çok hızlı ilerliyor. Sağlıkla ilgili inanılmaz teknolojiler var. Mesela Telemedicine dediğimiz bir olay var. Telemedicine, doktorun sizi görmesine gerek olmadan hızlı bir şekilde semptomlarınıza göre öneri sunabilmesini sağlayan bir teknoloji. Örnek vermek gerekirse Hakkari’deki bir nadir hasta, yaşadığı yerde uzman bir doktor bulamayabilir. Ama Telemedicine sayesinde aynı hasta, Ankara’daki bir doktorla hızlı bir şekilde iletişime geçebilir, hastalığının tanısını hızlandırabilir. Veya ilerleyen zamanlarda belki nadir hastalıklarla alakalı tanıyı hızlandıracak merkezler kurulursa bu merkezler faydalı olabilir. Mesela Harvard’ın böyle bir sistemi var. Tanı almamış nadir hastalıklar diye bir departmanları var. Hasta olarak bu merkeze online başvuru yapıyor, belgelerinizi onlara gönderiyorsunuz. Onlar da bu doğrultuda sizinle iletişime geçiyorlar. Tanısı belli olmayan hastalığınızı bulmak için çalışacak bir ekip oluşturmuşlar. Türkiye’de de bu tarz sistemlere ihtiyacımız var. Ama tabii bunların hepsi biraz zaman alacak. Böyle bir ihtiyacın olduğunu ilk önce insanlarımız anlayacak. Ben inanıyorum bu yöne doğru ilerleyeceğiz.

 

Ø  Peki hocam, bu mutasyonlar varyantlar…yine terminolojiye çok hâkim olmadığımız kavramlar. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Aşının koruyuculuğunu etkileyecek şekilde çok fazla mutasyon var mı?

Mutasyon aslında nükleotid düzeyinde, bizim genetik materyal dediğimiz şeyde meydana gelen bir değişim diyebiliriz. Bu anormallik, hasara sebep bile olmayabilir çünkü değişimler sürekli oluşuyor. Bazı anormallikler zararlı olabiliyor. Virüs için yararlıyken insan için zararlı olabiliyor. Burada delta varyantı üzerine konuşabiliriz. Bu varyantın şu an kullandığımız aşıların koruyucu etkisini minimize ettiği söyleniyor. En azından istatistikler bunu gösteriyor. Bizim savunma sistemimizde virüsle savaşan iki farklı hücre türümüz var. Birisi antikor üreten B hücrelerimiz, ki bunlara asker hücrelerimiz diyebiliriz. Bu hücreler antikor üreterek virüse doğrudan bağlanabiliyorlar. İkinciler ise T hücresi dediğimiz yine virüse karşı savaşan hücrelerimiz. İkisi de virüse karşı spesifik moleküller üretiyorlar, mücadele edebilmek için. Bu hücrelerin virüse bağlanma oranı azalırsa virüs, daha rahat kaçabiliyor ve yine virüsün hücreye girme kapasitesi artmış oluyor. Bu da virüsün daha hızlı enfekte etmesine sebep oluyor. Bunlar tabii aşının da etkisini minimize edebilecek endişe duyulan durumlar. Bizim de bu süreçle en iyi şekilde mücadele etmemizin yolu hızlı aşılama. Diğer bir önemli adım, bu varyantlara benzer aşı geliştirmek olabilir. Bu da elbette ki klinik bir süreç gerektiriyor. İlerleyen zamanlarda herhangi bir varyant ortaya çıktığında yine endişeleneceğiz ancak onun da üstesinden gelmenin yolunu bulacağız. Mücadele etmek zorundayız. Virüs ilk çıktığı zamanda avantaja sahipti ama biz virüsü günden güne daha çok öğrenerek daha çok avantaj kazanıyoruz. Zaman içinde de virüse karşı kazanacağımızı düşünüyorum çünkü bu konuda dünyada ciddi çalışmalar yapan çok fazla bilim insanı var. Bu yüzden inanıyorum ki bu savaşı kazanacağız. Sadece zaman alacak. İlk defa karşılaştığımız böyle bir pandemi için zaman belirtmek de mümkün değil. Çünkü dünyada süreç herkes için aynı devam etmiyor. Dünyanın bir yerinde bir ülke kazandık diye sevinirken başka bir ülke hala aşılamada çok düşük seviyelerde kaldığında sorun yine devam ediyor olacak. Aşının adaletli dağılımı çok önemli bu yüzden. Eğer bu dağılım sağlanamazsa aşılanmamış ülkeler ilerleyen zamanlarda yeni mutasyonların oluşmasına da sebep olabilirler. Bu yüzden dünyanın her yerinde aşılama yapmak önemli. Peki bu konuda inisiyatif alabilecek bir kurum var mı? Pek de mümkün gözükmüyor. Kendi ülkemizde aşılama süreci için ciddi efor sarf ediliyor. Ben aşılama konusunda ülkemizin iyi gittiğini düşünüyorum ama dünyanın diğer bölgelerindeki ülkelerin de bu konuda elini taşın altına koymaları gerekiyor. Sadece bizim aşılanmamız yetmeyecektir tamamen yenebilmemiz için.

 

Ø  Peki hocam yüz yüze eğitim dönemine başladık bildiğiniz gibi. Hibrid eğitim modeli ile okula geliyor derslerimizin bir kısmını yüz yüze alıyoruz. Sizce tedbirler yeterli mi ya da nasıl bir öneri sunabilirsiniz tedbirler yeterli değilse? Özellikle öğrenciler için.


Tabii şu an camları açarak sınıfları havalandırabildiğimiz bir dönemdeyiz. Sınıfların havalandırıldığını görüyorum. Ancak bu konuda uzman olmadığım için size uzman görüşü vermem çok da doğru olmaz. Bildiğim konuları size anlatmaya çalıştım elimden geldiği kadarıyla. Bu konuda görüş belirtmem uzmanlık alanımın dışında bu yüzden size bir öneri sunamıyorum.