Ö.B: Selçuk merhaba, hoş geldin öncelikle. İstersen, okuyucularımız için seni tanıyarak başlayalım.
S.Ü: Tabii. 38 yaşındayım. AGÜ’de 2012 yılından bu yana Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünde çalışıyorum. En sık yaptığım ve en çok bilinen işim sosyal medya mecralarının yönetimi ve sorumluğudur. Onun dışında üniversitenin tanıtımı faaliyetlerinde görev alıyorum. Ayrıca resmi olarak kurumun “CİMER” sorumlusuyum ve yine bunların dışında da, biz mutlaka ekip olarak çalıştığımız için, kendi payıma düşen görevlerimi yürütüyorum.
Ö.B: Anladım. Aslında bayadır AGÜ’desin. Neredeyse kuruluşundan bu yana diyebiliriz. E biliyoruz ki AGÜ de yeni bir üniversite. Buradaki çalışma deneyimin nasıl Selçuk? Neler söyleyebilirsin bize?
S.Ü: Bundan önce özel sektörde çalışıyordum, memuriyet tecrübem yoktu. Dolayısıyla ilk başta ufak tefek adaptasyon sorunlarım oldu. Onlar da kısa sürede geçti. Özel sektörde babam ile esnaflık yapıyordum, tabii o zaman mesai saatlerimiz şu ankine göre farklıydı ve buradaki mesai saatlerine adaptasyon durumum oldu. E bir de yeni bir şehre gelmiştim, hiç tanımadığım bir şehir Kayseri, o zaman itibariyle. Ama neyse ki hem ekip arkadaşlarımın sıcak davranmasıyla hem de benim Kayseri’yi bir şekilde sevmiş olmamla alakalı, çabuk atlattım. Evet, böyle özetleyebilirim hocam.
Ö.B: Anladım. Peki, bize ilginç bir hikâyeni anlatır mısın Selçuk? Örneğin nasıl sosyal medya sorumlusu olduğuna dair olan hikâyen.
S.Ü: Tabii. Okul başladı, ben ilk memuriyet günümü bitirdim, Cuma günü başlamıştım işe, ve pazartesi hizmet içi eğitimimiz başladı. Hizmet içi eğitim binanın içinde farklı bir yerde yapılıyordu. Haliyle bütün gün de orada durup hiç kendi birimimize çıkmıyorduk. Sabah direkt hizmet içi eğitimden başlıyorduk. Eğitim 4’te bitiyor, mesaimiz 5’de. Dediğim gibi benim de bir adaptasyon sorunum olmuştu başta, hani o bir saatlik boşlukta birimimizden kimse bizi sormaz diye eğitimden çıkıp doğru eve gidiyordum. Yani bir saat erken çıkıyordum ki bu normalde memurların yapmaması gereken bir şey. Bir de o dönem insanlar da beni yeni yeni tanıdığı için şöyle düşündüler: Acaba biz bu kişiyi kazanabilecek miyiz kazanamayacak mıyız, adaptasyon sorunu yaşayacak mı veya bize ne gibi bir alanda faydalı olur. Bu şekilde düşünülürken ben de üstüne işten erken çıkıp böyle kafama göre gidince böyle ilginç bir durum oldu. O dönemin genel sekreteri müdürümüz ki dokuz yıldır birlikte çalışıyoruz, Selçuk Bey’den bahsediyorum, benim askerliğimi daha önce radyoda DJ olarak yaptığımı bildiği için beni önce ses sistemi yönetimi konusunda görevlendirmek istedi. Ben de bu konuya tam hakim olmadığımı söyleyince, bu arada o zamanlar özellikle Twitter olmak üzere sosyal medyaların ilk yaygınlaştığı dönemler, benim sosyal medya ve bloglara karşı olan merakım neticesinde beni bu alanda değerlendirmek istediler. Kurumun hali hazırda açılmış hesapları vardı ama hem düzenli paylaşım yoktu hem de sorumluluk verilecek kişi aranıyordu aslında, biraz bölük pörçüktü o işler. Bu durum görüşüldü ve ben de seve seve bu işi yapabileceğimi söyledim. Bu sayede hem blog sayfalarını hem de üniversitenin sosyal medya hesaplarını yönetmeye başladım.
Ö.B: Evet, benim senin hikâyenden anladığım kadarıyla bizim üniversitemizde de genel olarak personel politikası, “personelimizin yeteneklerini nasıl kullanabiliriz” anlayışı üzerine. Üniversitemiz de bu anlayış üzerine şekilleniyor aslında. Nasıl görüyorsun üniversitemizdeki personel yapısını. Bunu aslında şunun için soruyorum Selçuk, hani biliyorsun üniversitelerde genelde iki grup ön plana çıkar: öğrenciler ve akademisyenler. Ama idari ve servis personelleri de üniversitelerin çok önemli parçalarıdır.
S.Ü: Şimdi, bu, bizim ilk geldiğimiz dönemde vizyoner bir bakış açısı olmasıyla alakalı. Okulu, Anadolu’daki sıradan bir okul olarak kuralım diye yola çıkılmamıştı. Daha özenli bir şekilde yola çıkılmıştı. O dönemki genel sekreterin hem kendi şahsında bu işlere meraklı olması hem de sürekli yeni planlar ve projelerle karşımıza çıkmasının da etkisiyle, insanların mutsuz ve dolayısıyla verimsiz olacağı bir sistem yerine daha ziyade kişiyle görüşüp, kişinin özelliklerini tanımaya çalışıp, ona uygun olacak birkaç alternatif yol belirlenilmesi gibi bir yönteme gidilmişti. Bu durum benim örneğimde de olduğu gibi çok faydalı oldu. Ben başka birimde de görev yapabilirdim ancak buradaki kadar verimli olup olamayacağım sorusunu da sormak lazım. Bu yine farklı birimlerdeki işe alımlarda da aynıydı. Mesela kişilerin yabancı dili iyi bilmesine ve bilmeyle kalmayıp iyi konuşmasına ve etkileşim içinde bulunabilmesine özen gösterildi. Çünkü neticede her insan hem İngilizce seviyesi olarak hem de dışa dönüklük olarak aynı seviyede değil. Ve zaten biz kamu personeli olduğumuz için KPSS ile gelen insanlarız, büyük bir kısmımız. Ve bu insanlardan sıklıkla dil becerisi istenmiyordu ama olanlar da mümkün olan en iyi şekilde kullanılmaya çalışıldı. Şimdiki süreci tam takip edemedim ama 2012-13-14’lü yıllarda giren arkadaşlarımız daha çok dil becerisi, dışa dönüklük ve birkaç işi etkileşimli bir şekilde yapıp çözüm üretme konusunda iyi insanlar.
Ö.B: Anladım Selçuk. O zaman senin anlattıklarından anladığım kadarıyla AGÜ, kaliteli öğrencileri, kaliteli, akademisyenleri ve kaliteli idari personeli bünyesine katmaya çalışıyor.
S.Ü: Evet.
Ö.B: Yani kaliteli bir insan malzemesiyle iyi bir üniversite kurulabileceği inancıyla çalışıyor.
S.Ü: Aynen hocam. Öğrencilerin burs yurt, teknolojik cihaz gibi ihtiyaçları görülüyor ancak bunlar göz boyamak için değil buradaki eğitimi desteklemek için. Çünkü sonuçta insanlar çocuklarını buraya gönderirken belirli bir eğitim kaygısıyla da gönderiyor ve iyi bir eğitim aldıklarından da emin olmak istiyorlar ki bunu hocalarımız sağlıyor. Öğrencilerimiz de öyle. AGÜNews’in önceki sayılarını okuyanlar hatırlayacaktır, çok iyi yerlerde çalışan mezun gençlerimiz var. Aynı şey idari personel için de geçerli. Hani mevzuat bilmesi gerekiyorsa mevzuatı, bizim yaptığımız gibi organizasyonel işleri bilmesi gerekiyorsa onu yapabilen tecrübeli insanlar olsun diye uğraşıldı. İşte Gençlik Fabrikası’nda, Uluslararası Ofis’te, Basın Yayın’da ve bunun gibi diğer birimlerde bu tarz insanlar görev yaptı, yapıyorlar da.
Ö.B: Anladım Selçuk. Seni biraz daha özel olarak tanıyalım istiyorum. Başka bir şehirden geldim dedin, nereden geldin, Kayseri’yi nasıl buldun, ne gördün ne yaşadın, evli misin?
S.Ü: Tabii hocam hepsini özetleyeyim dinleyicilerimize. 1983 yılında Afyon’da doğdum ama ben 3 yaşından itibaren Manisa’da yaşadım, buraya gelene kadar. Kendimi de Manisalı olarak tanımlıyorum. Üniversiteyi Kocaeli’de Radyo, Televizyon ve Sinema da okudum. 2008’de mezun oldum. Sonrasında askerlik görevimi yaptıktan sonra buraya gelene kadar, 1999’dan 2003 yılına kadar part-time olarak babam ile birlikte esnaflık yaptım. Sonrasında da KPSS ile buraya atandım. 2012’den bu yana AGÜ’de Basın Yayın Birimindeyim. 38 yaşındayım. Bekârım. Özellikle birkaç hobim var ki, hem arkadaş çevrem hem de Instagram’dan takip edenler görüyorlardır, video oyunları, çizgi romanlar ve Formula1 merakım var. Mümkün olan vakitlerimi bunlara ayırıyorum. Tabii eskiden siyasi kitaplar, romanlar ve birçok edebi eserler de okuyordum ama şu son zamanlarda sadece çizgi romanlara ağırlık verdim. Özetle genel hobilerim bunlar. Bir de Galatasaraylıyım onu diyebilirim.
Ö.B: Çizgi romanlar tüm dünyada çok popüler bir alan bu işin fanları bu eserleri alıp biriktiriyorlar, filmleri çıkıyor, izliyorlar. En sevdiğin çizgi roman karakteri nedir? Nedeniyle birlikte bize söyler misin?
S.Ü: Ben DC’ciyim. DC’de at başı sayılacak 3 karakter vardır. Bu üç karakterin birisi Süperman’dır. Bu soruya herkes Süperman diyecektir ama ben iki karakter söylemek istiyorum: The Flash ve Green Lantern. Çünkü ikisi çok iyi arkadaşlar, fırlamalar hem de ikisi diğer kahramanlar gibi kusursuz değiller. İkisi de insan karakterler. Belli özellikleri var birinin yüzüğü diğerinin de başına gelen bir kaza sayesinde kazandığı özellikleri var. Örneğin Flash adının tersine özel hayatında birçok yere geç kalan bir insan. Özellikle sevgilisi ile randevularına hep geç kalan bir insan. O çok ilginç gelmişti bana. Green Lantern ile de çok iyi arkadaşlar, fırlama tipler zaten. Biraz normalin dışında, somurtkan değiller. Onların romanlarının aksiyon dozu da fena değildir, ne çok fazla ne az.
Ö.B: DC filmlerini de takip ediyorsun herhalde.
S.Ü: Tabi Green Lantern filmlerini çok beceremeselerde DC filmlerini çok yakından takip ediyorum. Zaman zaman animasyonları da oluyor. Eğer buradan duyup, merak edip bakacaklar olursa, DC Animated Universe yazıp aratırlarsa internette, birçok animasyon görebilirler.
Ö.B: Anladım. Selçuk çok teşekkür ederim, çok keyifli bir sohbet oldu. Seni tanımak senin gibi renkli insanları tanımak hakikaten çok güzel ve tanıtmak da tabii ki çok güzel. Eklemek istediğin bir şey var mı AGÜ ailesine?
S.Ü: Şöyle bir şey söylemek isterim: Bu röportaj ilkti belki hatalarımız oldu ancak daha iyilerini daha doyurucularını ilerleyen haftalarda beraber yapacağız. Yeni bir format ve umarım hem dinleyicilere hem de dijital ortamda okuyuculara çok keyif verecektir.
Ö.B: Evet, eminim böyle keyifli sohbetlere diğer arkadaşlarımızla devam edeceğiz. Çok teşekkürler.
S.Ü: Rica ederim sağ olun.